Endonezya dünya sahnesindeki yıl boyunca süren ilk performansını yarılamış durumda. Ülke, geçen ilkbahar ve yaz dönemlerinde, Mayıs ayındaki Denizaşırı Özel Yatırım Kurumu (Overseas Private Investment Corporation) ve Doğu Asya Dünya Ekonomik Forumu zirveleri ile Temmuz ayındaki Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) zirvesi de dahil olmak üzere, bir dizi üst düzey toplantıya ev sahipliği yaptı. Endonezya, bu etkinliklerin her birinde, liderliği ve başarıları nedeniyle geniş övgü aldı. Bu sosyal performansının doruk noktasını, ABD Başkanı Barack Obama ile diğer 17 ülkeden dünya liderlerinin katılacağı, Kasım ayındaki Doğu Asya Zirvesi oluşturdu. Hazır dikkatler Endonezya’nın üzerine çevrilmişken, Jakarta’nın bütün bu tanıtıma rağmen beklentileri karşılayıp karşılamayacağını değerlendirmenin tam sırasıdır.
Bundan yaklaşık on yıl kadar önce, Asya mali krizinin doruk noktasında, Endonezya çöküşün eşiğinde bir devlet gibi görünüyordu. Rupi sürekli değer kaybediyordu, Başkan Suharto rejimine karşı protesto gösterileri ayaklanmalara dönüşmüştü ve ülkede yaşayan Çinli etnik azınlığa karşı şiddet eylemleri patlak vermişti. Yaşanan kaos, ülkeyi – 17.000’in üzerinde ada ile çok geniş bir alana yayılan takımadalardan oluşan Endonezya, 200 milyon kişilik nüfusuyla dünyanın en yüksek nüfuslu dördüncü ülkesi ve aynı zamanda en büyük Müslüman ülkesidir – belirli bir liderden yoksun bırakmıştı.
Bugün Endonezya örnek bir demokrasi olarak gösteriliyor ve uluslararası finans camiasının gözbebeklerinden biri olarak kabul ediliyor. Jakarta Menkul Kıymetler Borsası, son yıllarda dünyanın en yüksek performanslı borsaları arasında yer aldı ve bazı analistler Endonezya’nın BRIC ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) arasına katılması çağrısında bile bulundu.Yakın zamandaki geleceğin ekonomik süperstarlarını belirleme girişimlerinin hepsinde – Goldman Sachs’ın “Next 11”i (Sıradaki 11), PricewaterhouseCoopers’ın“E-7”si (Yükselen 7’ler), The Economist’in “CIVETS”i (Kolombiya, Endonezya, Vietnam, Mısır, Türkiye ve Güney Afrika) ve Citigroup’un “3G”si – Endonezya’nın adı geçiyor.
Hiç kuşkusuz, Endonezya çok etkili bir performans sergilemiş durumdadır. Suharto’nun 1998’de iktidardan düşmesini izleyen birkaç yıl içinde, ülke, sıkı bir şekilde denetlenen otoriter bir sistemden uzaklaşarak, dünyadanın en canlı demokrasilerinden biri durumuna geldi. 1999 seçimleri demokrasinin zaferi olarak geniş övgü aldı; ordu seçim sürecine müdahale etmeden kenarda durdu; ve hem bağımsız sivil toplum grupları hem de medya güçlendi. Jakarta, geniş kapsamlı bir siyasi ve mali merkezileştirmeyle, ülkenin yüzlerce bölge ve belediyesine gerçek bir iktidar ve kaynak aktarımı gerçekleştirdi. Hükümet, devlet organları arasında ilave denetim ve denge mekanizmaları yaratmak için, bir anayasa mahkemesinin, bir adalet komisyonunun ve yolsuzluğu ortadan kaldırma komisyonunun da (Endonezya’daki kısaltmasıyla KPK) aralarında bulunduğu, yeni ve bağımsız siyasi kurumlar oluşturdu. İddialı bir anayasa reformuyla, başkanlık sistemine resmiyet kazandırıldı ve genel ve eşit oy hakkı ilkesi benimsendi. Sonuçları filtreleyen bir sistemin (ABD’deki Seçiciler Kurulu gibi) bulunmadığı Endonezya, bugün dünyanın en demokratik seçim sistemlerinden birine sahiptir.
Ülkenin ekonomik alanda kaydettiği ilerlemeler de en az bu kadar etkileyiciydi. 1998 yılında, Endonezya ekonomisinde yüzde 13’ün üzerinde bir daralma yaşanmıştı. O tarihten bu yana, Endonezya yılda ortalama yüzde 5’in üzerinde bir oranda büyüdü. Dünyanın çoğu ülkesinde GSYİH’ler küçülürken, 2009 yılında büyüme oranı yüzde 4,5 olarak gerçekleşti. Bu yıl ise Endonezya ekonomisinin yüzde 6,5 oranında büyümesi bekleniyor. Endonezya’da borçların GSYİH’ye oranı, 2000 yılında yüzde 100,3 gibi çok yüksek bir seviyedeyken, bugün yüzde 26’ya inmiş durumda; bu ise, komşu ülkelerle kıyaslandığında – Malezya’da yüzde 54, Vietnam’da yüzde 53, Filipinler’de yüzde 47, Tayland’da yüzde 44 – gayet olumlu bir tablo oluşturuyor. 1998’de yüzde 77’ye fırlamış olan enflasyon ise, bugün yüzde 5’in altında seyrediyor. Aynı yıl, beşte dördün üzerinde değer kaybetmiş olan rupi, 2004 yılından beri en güçlü dönemini yaşıyor ve sırf 2008 yılından bu yana yüzde 31 oranında değer kazandı. Diğer ASEAN ülkelerinin para birimlerinin değeri ise, aynı dönemde, genelde yüzde 15 ila 20 arasında artış kaydetti.
Endonezya, güvenlik alanında da büyük adımlar attı. Hükümet, 2004 yılında, Aceh bölgesindeki ayrılıkçı hareketle bir barış anlaşması imzalayarak, otuz yıldır süren ve binlerce kişinin yaşamına mal olan çatışmaya son verdi. Diğer bölgelerde, Endonezya güvenlik güçleri, yüzlerce İslamcı militanı ölü ya da sağ olarak ele geçirdi ve Şubat 2010’da gerçekleştirilen bir operasyonda üst düzey militanların tutuklandığı Aceh’teki bir merkez de dahil olmak üzere teröristlerin gizlendikleri belli başlı merkezlerin ve eğitim kamplarının yerlerini saptayarak faaliyetlerine son verdi. Hükümet, yeni iç güvenlik yasalarını hazırlamak ve uygulamakla görevli ulusal bir terörle mücadele şubesinin kurulması gibi önemli yapısal reformları da hayata geçirdi.
Bütün bu girişimlerin neticesinde, Endonezya uluslararası sahnede daha büyük bir rol oynamaya başladı. 2008 yılında G-20 oluşturulduğunda, Endonezya üyelik önerisinde bulunulan tek Güneydoğu Asya ülkesi oldu. Endonezya, aynı yıl, Asya’da demokrasiyi teşvik etmeyi amaçlayan yıllık bir bölgesel konferans olan Bali Demokrasi Forumu’nu başlattı. Forum, geçtiğimiz aylarda, Endonezya’nın kendi demokratikleşme sürecinden çıkardığı dersleri Mısır’da demokrat olma gayreti içindekiler ile paylaştığı bir platform haline geldi.
Ufukta Beliren Engeller
Yine de, bu gösterişli girizgâha rağmen, Endonezya’nın performansında birbiriyle çelişen unsurlar da şüphesiz mevcut. Endonezya’nın limanları aşırı bir yük taşıyor, elektrik şebekesi yetersiz ve ülke, bölgedeki en az gelişmiş karayolu sistemlerinden birine sahip.
Hâlihazırda Endonezya ekonomisinin verimli bir şekilde işlemesini engelleyen bu koşulların gelecekte de büyüme üzerinde baskı oluşturacağı muhakkak. Bazı bölgelerde, temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları ülkenin en büyük adası olan Java’daki fiyatların üç katını bulabiliyor. Bu arada, imalatçılar neredeyse tüm ASEAN ülkelerinden daha yüksek olan fahiş ulaşım maliyetleri altında eziliyor. Dünya Bankası’nın her ülkenin tedarik zincirinin performans verileriyle birlikte yükleyici ve taşıyıcı firmalar bazında yürüttüğü dünya çapındaki bir ankete dayanan 2010 Lojistik Performans Endeksi’nde, Endonezya 155 ülke arasında 75. olarakkomşularının hayli gerisinde kalıyor.
Jakarta bu sorunların farkında olmasına rağmen, altyapıyı geliştirmek için 1990’larda yaptığı harcamaların halen sadece yarısı kadarını gerçekleştiriyor. Bu konunun sürekli eleştirilmesi karşısında, Endonezya Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono Mayıs ayında altyapı projelerine ağırlık veren yeni bir ekonomik “master plan” açıkladı. Ayrıca, 2012 yılı bütçesinde altyapı harcamalarının payının yükseltilmesini talep etti. Ama bu bütçe bile yönetimin 2014 yılı için planladığı kalkınma projelerinin yaklaşık yarısının giderlerini karşılayabilir. Bu projeler gerçekleşmediği takdirde, Endonezya’nın aynı yıl için hedeflediği yüzde 7-8’lik GSYİH büyüme oranını yakalaması da mümkün değil.
Bu durumda, ülke çapında yolları asfaltlama ile enerji ve su tedarik etme yükünün büyük bölümünü özel sektörün üstlenmesi gerekecek. Ancak, Endonezya’nın düzenleyici mevzuatının yetersizliği ve mevcut düzenlemelerin yürürlüğe konmasındaki zafiyet özel sektörde pek istek bırakmadı. Özellikle, anlamlı kamulaştırma yetkisi düzenlemelerinin eksikliğiciddi bir sorun teşkil ediyor; toprak edinmenin imkânsızlığı pek çok projenin hayata geçmesine engel oluyor. Arazilerin genelde birden çok kişinin üzerine kayıtlı olduğu Milli Emlak İdaresi’ndeki bürokratik kaos ise haliyle bu duruma yardımcı olmuyor. Yudhoyono bu sorunların üstesinden geleceğine söz vermiş olsa da, bu konuda kendisine duyulan güven azalmakta.
Ülkede süregelen yolsuzluk da, Endonezya’nın yüksek maliyetli ekonomisi üzerinde ek bir yük oluşturuyor. Yudhoyonogöreve başlamasının hemen akabinde yolsuzlukla mücadeleye öncelik vereceğini açıklamıştı. O günden beri, KPK onlarca siyasetçiyi ve eski hükümet görevlisini hapse yolladı. Yine de, bütün hükümet kademelerinde yolsuzluk kemikleşmiş durumda; zira, Suharto’nun devrilmesinden sonra merkezi gücün azalması rüşvetin de merkezin kontrolünün dışına çıkmasına neden oldu. Şimdi, Jakarta’dan köylere varıncaya dek her yerde, yetkililer rüşvet ve komisyon talep ediyorlar ve ödenen bu paralar artık işlerin görülmesine dair teminat vermiyor.
Yudhoyono’nun ikinci başkanlık döneminde patlak veren bir dizi büyük skandal, sorunun kapsamını ve derinliğini gözler önüne serdi. Siyasi bağlantıları olan müşterilere sahip orta büyüklükte bir banka olan Bank Century’nin 2008 yılındaki çöküşü ve hükümetin bunu takip eden 700 milyon dolar düzeyindeki iflastan kurtarma operasyonu, yasa uygulayıcı tüm unsurların – kıdemli polisler, başsavcılık görevlileri, avukatlar, hâkimler – hükümetin bu kararından menfaat sağlamaya çalıştıklarını ortaya çıkardı.
O tarihten itibaren, polis ve diğerleri KPK’yı zayıflatmaya çalışıyorlar; bu amaçla, komisyonun iki daimi üyesini yolsuzlukla itham etme girişiminde dahi bulundular. Olay, KPK’yı aylar boyunca etkisiz hale getirdi ve Endonezya adalet sisteminin alay konusu olmasına yol açtı. Komisyon, bu olaydan yara almadan çıktıysa da, artık düşük profilli davalara odaklanıyor.
Belki de en talihsiz gelişme, Başkan’ın kendi partisinin geçen aylarda tırmanan bir dizi yolsuzluk skandalının merkezinde yer alması oldu. Partinin eski genel saymanı Muhammad Nazaruddin ve diğer üst düzey parti yetkilileri, toplam bedeli 1 milyar doları geçen hükümet ihalelerine fesat karıştırmakla suçlanıyorlar. Nazaruddin Mayıs ayında ülkeyi terk etti ve Kolombiya’da tutuklanana dek üç ay boyunca kaçak yaşadı. Kamuoyunda büyük gürültü koparan bu gibi olaylar, ülke içinde ve uluslararası platformlarda yolsuzlukla mücadele edeceği varsayılan yönetime olan güveni büyük ölçüde sarstı. Belki daha da önemlisi, büyük siyasi partilerden hiçbiri, yolsuzlukla mücadele konusunda artık güven uyandırmıyor.
Yudhoyono yönetimi Endonezya’yı yatırımcı dostu, açık bir ekonomi olarak lanse etmeye çalışsa da, bu alanda da sarf edilen sözler ile gerçeklik arasında yine dağlar kadar fark var. Hükümet’in en son yayımladığı, yabancı yatırımlar üzerindeki sınırlamaları ortaya koyan Yatırım Kuralları Listesi, geçmişte olduğundan daha da kısıtlayıcı bir nitelikte. Endonezya, bazı uluslararası taahhütlerinde de eskisine göre gerileme kaydetti.Ocak 2010’da yürürlüğe giren ASEAN-Çin Serbest Ticaret Bölgesi, bunun örneklerinden birini oluşturuyor. Endonezya ve Çin, anlaşma kapsamında binlerce malda gümrük vergilerini düşürme ya da kaldırma konusunda anlaşmışlardı. Ancak, anlaşmanın yürürlüğe girmesinden bu yana, Endonezya’nın yerli sanayi kuruluşları, vaatlerini yerine getirmek için kendilerine daha fazla zaman tanınması ve çok sayıda ithal malını – ve sadece Çin’den ithal edilecekleri değil – etkileyecek külfetli etiketleme mecburiyetleri gibi yeni vergi dışı engellerin oluşturulması için baskı yapıyor.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Yudhoyono bu yıl Jakarta’da toplanan Dünya Ekonomik Forumu’ndan sadece birkaç gün önce, başta doğal kaynaklar sektöründe olmak üzere, hükümetin yabancı şirketlerle olan tüm sözleşmelerini tekrar gözden geçirip düzelteceğini açıkladı. Bu hamlenin arka planında, Endonezya’nın sağlam yeni ekonomisinin, yabancı firmalarla sözleşme şartlarının müzakeresi sırasında hükümete daha fazla pazarlık gücü sağlaması gerektiği varsayımı yatıyor. Endonezyalı yasa koyucular bu girişime alkış tutsalar da, yabancı yatırımcılar durumdan hiç hoşnut değiller. Endonezya’nın sözleşmelere uyma konusundaki sicili hiç de parlak değil: Örneğin, ülkede 2010 yılında, daha önce imzalanan petrol ve doğal gaz sözleşmelerinin ekonomik şartlarını tek taraflı olarak değiştiren bir düzenleme kabul edilmişti. Bu durum, Endonezya’ya yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının portföy girişlerinin neden çok gerisinde kaldığını açıklamaya yardımcı oluyor.
Endonezya’nın dünya ekonomisiyle entegrasyonunun nispeten zayıf olması, ülkeyi 2008’deki küresel mali krizin en kötü etkilerinden korudu. Bunun sonucunda, Yudhoyono hükümeti, dış şoklardan belli ölçüde izole kalmanın, yabancı yatırımlarla veya ihracata dayalı büyüme stratejisiyle gelecek hızlı bir büyümenin yolunu açmaktan daha önemli olduğu sonucuna varmış gibi görünüyor. Endonezya’nın toplam ihracat değeri 2011 yılında (Temmuz sonuna dek) yüzde 36,5 oranında yükselmiş olsa da, bu artış ağırlıklı olarak, başta doğal gaz, kömür, palmiye yağı, kauçuk ve metal olmak üzere, emtia fiyatlarındaki ve hacmindeki yükselişten kaynaklanıyor. Emtia fiyatlarındaki yükselmeyle bile, Endonezya’nın ihracatı toplamda GSYİH’nin ancak yaklaşık yüzde 24’ünü oluşturuyor ki bu rakam, Malezya (yüzde 96,4), Tayland (yüzde 68,4) ve Filipinler’in (yüzde 31,7) ihracat rakamlarının çok altında kalıyor.
Tüketim harcamalarının GSYİH’nın yaklaşık yüzde 60’ını oluşturduğu ülkede, son zamanlardaki ekonomik büyümenin asıl motoru Endonezyalı tüketiciler oldu. Endonezyalı politika yapıcılar bu durumu sürdürmekten memnuniyet duyacak gibiler ki bir dereceye kadar içe odaklanmak gayet yerinde olabilir. Ancak, Endonezya’nın kendini dış kaynaklı sarsıntılardan koruma politikası ile istihdam yaratma ve hem bölgesel hem de küresel büyümeden yararlanma arasında bir denge tutturması gerekiyor. Çıkar çevrelerinin bazı sektörleri yabancı rekabetten koruyan politikalara yön vermeye devam etmesi durumunda, bunlar verimsizliğe sebep olacak ve ciddi bir ihtiyaç olan yeni istihdam yaratma sürecini tehlikeye sokacaktır.
Fırtına Bulutları
İşgücü ve insan kaynağı meselesi, bugün halkın yüzde 5’inin 30 yaşın altına olduğu 245 milyon nüfuslu bir ülke olan Endonezya için özellikle acil bir sorun oluşturuyor. Bu rakamlar, çalışma yaşındaki nüfus oranının önümüzdeki on yıl içinde önemli ölçüde artacağı anlamına geliyor. Endonezyalı hükümet yetkilileri, Çin gibi yaşlanmakta olan toplumlara kıyasla bir üstünlük olan bu “demografik getiri”ye sık sık dikkat çekiyorlar. Daha genç bir kuşağın daha fazla tüketim yapacağını ve daha verimli bir işgücü havuzu oluşturacağını savunuyorlar. Ne var ki, demografik getirinin (demographic dividend) fiilen bir avantaj olabilmesi için, Endonezya’nın daha yüksek vasıflı ve daha iyi ücretli işler de dahil, daha fazla iş imkanı yaratması gerekecek. Doğal maddeleri işleme sanayileri emek değil, sermaye yoğun sektörlerdir; bu nedenle iş ihtiyacına cevap vermesi beklenemez.
Endonezya hâlihazırda büyük bir işsizlik ve yoksullukla karşı karşıya olduğundan, ilave işgücü baskıları ciddi bir sorun oluşturacaktır. En yeni resmi verilere göre, 2011 itibarıyla, Endonezyalılar’ın yüzde 6,8’i işsiz ve yüzde 12,5’i de yoksulluk sınırının altında yaşamakta. Yudhoyono’nun 2004’te göreve gelmesinden bu yana, işsizlik de yoksulluk da azaldı – işsizlik yüzde 9’un yoksulluk da yüzde 16’nın üzerinden bugünkü seviyelerine indi. Ancak, bu rakamlar hikâyenin tamamını yansıtmıyor; Endonezya’da çalışanların yüzde 65’inden fazlası, ağırlığı tarımda olmak üzere, kayıt dışı olarak istihdam ediliyor. Dahası, 2005’te yüzde 3,6 olan üniversite mezunu işsizlerin oranı, 2010’da yüzde 8,5’e yükseldi. Yoksulluğa gelince, Dünya Bankası, nüfusun yarısından fazlasının günde 2 doların altında bir parayla yaşadığını tahmin ediyor. Bu nedenle, 120 milyondan fazla insan için aylık gelirdeki herhangi bir düzensizlik yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Bu sorunların çözümü istihdam yaratmaktan geçiyor. Ancak, Endonezya ne işgücünü eğitiyor, ne de katma değer üreten ve emek yoğun endüstrileri ülkeye çekmek için ihtiyaç duyduğu yatırım ortamını yaratıyor. Endonezya, kaliteli eğitime erişimde hem başlıca ASEAN ülkelerinin hem de tüm BRIC ülkelerinin gerisinde kalıyor ve bu yüzden, katma değer zincirini yukarı çekecek vasıflı işgücünden yoksun bulunuyor. Vasıflı işgücü arzındaki bu kıtlığın yanı sıra Endonezya, en cömert kıdem tazminatı paketleri ve en külfetli işten çıkarma prosedürleri iledünyadaki esnekliği en zayıf işgücü sistemlerinden birine sahip bulunmakta. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2011-12 için yayımladığı Küresel Rekabet Gücü Raporu’na göre, Endonezya işgücü esnekliğinin zayıflığı bakımından, incelenen 142 ekonomi arasında, en alttaki yüzde 30’luk dilimde yer alıyor.
Bu arada, son yıllarda ülkede etnik ve dinsel şiddetin yoğunluğunda ve sıklığında bir artış meydana gelmiş durumda. Kalimantan’daki toplumsal çatışmalardan Java’daki dinsel şiddete, polis olaylara müdahale etmekte ya yavaş davrandı ya da devreye girmeye hiç yeltenmedi ve çok az fail mahkeme önüne çıkarıldı. Yudhoyono, yerel yetkilileri çatışmalarla baş etmeye çağırarak sorumluluk üstlenmekten kaçındı. Bu olaylarda liderliği ele almaması, en az beş farklı dinsel geleneğin ve onlarca etnik grubun vatanı olan bir ülkede tehlikeli bir emsal oluşturmaktadır. Ülke kurucularının gayet iyi anladıkları gibi, Endonezya ancak farklı etnik gruplara ve dinlere hoşgörü ve saygı ilkesini koruduğu sürece tek bir ulus olarak ayakta kalabilir. Devletin halkını korumakta ve anayasanın güvence altına aldığı din özgürlüğünü desteklemekte başarısız olması, Endonezya’nın yeni yakaladığı uluslararası liderlik rolüne gölge düşürmenin yanı sıra, ülkenin kayda değer ekonomik kazanımlar elde etmesini sağlayan siyasi istikrardan yararlanmaya devam edip etmeyeceği sorusunu da gündeme getirmektedir.
Yudhoyono’nun Zayıf Eli
Endonezya’nın karşı karşıya olduğu çok sayıda sorununun üstesinden gelebilmesi için, sağlam bir liderliğe veyapısal reform için yeni bir atılıma gereksinim duyuyor. Ne var ki, ülke şu an itibarıyla, bu iki alanda da sıkıntı yaşıyor. Yudhoyono 2004’te ve tekrar 2009’da, oyların yüzde 60’ından fazlasını alarak başkan seçildi. Yine de, halktan aldığı güçlü vekalete rağmen, ülkeyi halkın desteğiyle yönetme konusunda kendisini hiçbir zaman rahat hissetmedi. Bunu yapmak yerine, Endonezya’nın yasal ve anayasal çerçevesinde böyle bir kavram olmadığı halde, kabine atamalarını defalarca mecliste koalisyonlar oluşturmak için (parlamenter bir sistemde yapılabileceği gibi) kullanmaya çalıştı. Kabine atamaları, konusunda gerçekten uzman reformcuları iş başına getirmekten çok müttefik kazanmak için yapıldığından, bu uygulama reform sürecine mal oldu. Öyle ki, Endonezya’da çığır açan reformların hepsi meclisten geçeli neredeyse on yıl oldu.
Adil olmak gerekirse, bütün bunlarda kabahatin tamamı Yudhoyono’da değil. Endonezya’da bir başkanlık sistemi için olağandışı sayıda (toplam dokuz adet) siyasi parti var. İktidardaki Demokrat Parti, meclisteki tek büyük parti, ancak sandalyelerin sadece yüzde 26’sına sahip. Bunun sonucunda, Yudhoyono’nun ikinci başkanlık döneminin başında sunulan 70 kanun teklifinden çok azı meclisten geçti ki bunlar da, büyük ölçüde önemsiz kanunlardı. Endonezya’nın bu çıkmazdan kurtulabilmesi için siyasi partilerin sayısının azalması gerekiyor, ancak küçük partiler, seçim barajının yükseltilmesi yönündeki en ılımlı önerilere bile direndikleri için 2014’teki meclis seçimlerinden önce anlamlı bir değişimin gerçekleşebileceğine dair pek umut yok.
Bu arada, Anayasa Mahkemesi, yakınlarda, başkan hakkında bir gensoru süreci başlatmak için gerekli oy sayısını meclis üye sayısının dörtte üçünden üçte ikisine indirdi. Bu, Demokrat Parti’nin yüzde 26’lık oy çokluğunun, bundan böyle Yudhoyono’yu devirme girişimlerinden koruyamayacağı anlamına geliyor. Mahkemenin kararı, başkanın kararsızlığını daha da artırmış gibi görünüyor – Suharto’dan sonra Endonezya’nın seçimle işbaşına gelen ilk başkanı olan Abdurrahman Vahit’in gensoru süreciyle iktidardan uzaklaştırıldığı düşünülürse, bu hiç de şaşırtıcı değil. Yudhoyono’nun, başarısız bakanları defalarca görevden almakla tehdit etmiş olmasına rağmen kabine değişikliğine gidememiş olması, hareket kabiliyetinin ne kadar sınırlı olduğunu gösteriyor.
Sonuçta, Başkan, açıkladığı reform programlarına karşı çıkan politikacılara giderek daha fazla esir oluyor ve hükümette yer alan yetkin teknokrat kadroların anlamlı bir değişimi yürütmek için hareket alanı daralıyor. Bu, en iyi ihtimalle, Yudhoyono’nun kalan üç yıllık görev süresince hiçbir şeyin değişmeyeceğine işaret ediyor olabilir. En kötü ihtimalle, Endonezya nice zorluklarla elde ettiği kazanımlarının buharlaşmasına tanık olabilir. Buna bir örnek verecek olursak, meclis Haziran ayında, Anayasa Mahkemesi’nin – yolsuzluğa batmış politikacıların ellerinin uzanamayacağı düşünülen tek mahkemenin – kilit yetkilerini geri aldı. Aynı şekilde, meclis, KPK’nin elinden de önemli yetkilerini almaya hazırlanıyor.
Endonezyalılar onyıllarca otoriter bir yönetim altında yaşadıktan sonra, iktidarın tek bir kişi ya da kurumun elinde toplanmasına razı değiller. Nitekim, Endonezya’nın 1998’den sonraki reformlarının çoğu, açık bir biçimde, iktidarı merkezi olmaktan çıkarmakiçin tasarlanmıştı. Ne var ki, sarkaç fazla uzağa savrularak, tutarlı bir politika uygulamasının önüne gerçek yapısal engeller çıkaran bir sistem üretti. Endonezya otoriter geçmişinden giderek uzaklaşırken, reformcuların ülkedeki güç dengesini yeniden ayarlamaları gerekiyor. Mecliste daha az siyasi parti olması gerekiyor; Anayasa Mahkemesi ve KPK gibi bağımsız kurumların daha fazla yetki sahibi olması gerekiyor; ayrıca, başkan hakkında gensoru açılması için gerekli oy çıtasını yükseltmek üzere bir anayasa reformu yapılması gerekebilir. Kuşak değişiminin debu sürece katkıda bulunacağı ümit edilebilir. Zira şu anki siyasi ve ekonomik elitler büyük ölçüde Suharto döneminin ürünleri. 2014 seçim dönemi yeni liderlerin öne çıkması için bir fırsat sunabilir.
Ortadoğu’daki siyasi yeniden yapılanmanın İslam ile demokrasinin bir arada yaşayıp yaşayamayacağını sınadığı, çoğulculuğun ve dinsel hoşgörünün Afrika’dan Avrupa ülkelerine varıncaya kadar saldırıya maruz kaldığı ve Çin’in siyasi liberalleşmeden yoksun ekonomik yükselişinin Batı’nın demokratik modeline meydan okuduğu günümüzde, Endonezya’nın büyüyen bir ekonomiyle, açık, ılımlı, hoşgörülü, etnik ve dinsel çeşitliliği barındıran bir demokrasi olarak başarısının devamı gelişmekte olan dünya için muazzam bir önem taşıyor. Endonezya bugüne kadar kaydettiği ilerleme için övgüyü hak ediyor, ancak bazı kazanımları tehdit altında ve başarısının devamı için yeni bir reform dalgası gerekiyor. Endonezyalılar bu yüzyılın başında olağanüstü işler başarabileceklerini kanıtladılar. Bu sonbaharın zirve toplantılarının tamamlanmasından sonra, Endonezyalı reformcular için tekrar işbaşı yapma vakti gelmiş olacak.
Karen Brooks, Council On Foreign Relations (CFR)’da yarı zamanlı Kıdemli Asya Uzmanı olarak görev yapmaktadır.
 |
Bu içeriğin telif hakkı Foreign Affairs’e aittir. Foreign Affairs, Global İlişkiler Forumuʼna (GIF) bu içeriği tercüme etme ve GIF internet sitesinde yayınlama hakkını vermiştir. Foreign Affairs ve GIF bağlı kurumlar değildir. Foreign Affairs, GIF sitesinde yayınlanan içerikten sorumlu değildir, ifade edilen fikirler ile ilgili bir pozisyon aldığı sonucu çıkarılamaz. Aynı şekilde, GIF Foreign Affairs sitesindeki içerikten sorumlu değildir. |