Çin’in ekonomik kalkınmaya yaklaşımı, ülkeyi bir tarafı aşırı gelişmiş bir deve, çok büyük bir finansal kolu olan ezici bir ihracat gücüne dönüştürdü. 1979’da Deng Xiaoping’in başlattığı reformların ardından, Çin şirketleri dünya pazarında rekabet etmek için giderek artan bir etkinlikle ucuz işgücü ve ucuz sermaye kullanmaya başladı. Bugün, Pekin ihracatı ağırlıklı olarak desteklemeyi sürdürüyor. Bunu dolaysız olarak, şirketlere sağlanan avantajlı kredilerle ve Çin mallarını satın alan yabancılara sunulan avantajlı döviz kurlarıyla yapıyor. Aynı zamanda dolaylı olarak, ekonomistlerin “mali baskı” dedikleri yöntemle, Çin yurttaşlarının yatırımlarına denetimler uygulayıp sermayeyi Çin şirketlerine yönlendirmek suretiyle yapıyor. Çin Halk Bankası sonuçta ortaya çıkan muazzam ticari kârların ve nakit girişlerinin epeyce bir kısmını elinde topladı. 2009 sonunda, bankanın elinde 2,4 trilyon dolar değerinde döviz bunuyordu. Bu, dünyada herhangi bir merkez bankasının sahip olduğu en yüksek döviz miktarı ki, bu rakam büyük Çin ticari bankalarının elindeki rezervleri yansıtmıyor. Dahası, bu rakam 2010 yılında muhtemelen 300 milyar dolar daha büyüyecek.
Çin bundan önce hiç bu kadar büyük bir mali güce sahip olmamıştı ve bugün başka devletlerle ilişkilerinde bu gücünü en iyi nasıl kullanacağını tecrübe ediyor. Tayvan’ı ülkeye yeniden entegre etmek genelde Çin dış politikasının temel hedeflerinden biri, ancak Çin’in mali dış politikasının başlıca amacı içte ekonomik büyümeyi ve istihdamı teşvik etmek. Hükümet bu hedefi güderken, hatırı sayılır bir meşruiyetten yararlanıyor: Dünya düzeninde nihayet merkeze doğru ilerleyen bir ulusun gururundan destek alıyor. Yolsuzluk, artan eşitsizlik, kısıtlı özgürlükler ve çevre tahribatı Çin Komünist Partisi’nin karşısına dikilen önemli sorunlar. Ama Çin, ekonomisini geliştirmeye ve iş yaratmaya devam edebildiği sürece, ÇKP’nin iktidar üzerindeki kontrolünü koruması muhtemel görünüyor.
Çin uluslararası finansta etkisini artırmanın başlangıç aşamalarında ve zaman zaman hırslı gibi görünse de, temkini elden bırakmıyor. Mart 2009’da, Çin Halk Bankası’nın başkanı dünya rezerv para birimi olarak dolar kullanımına son verilerek, dolar yerine Uluslararası Para Fonu tarafından yaratılacak yeni bir para birimine geçilmesi çağrısında bulundu. Gene de, Çin Hükümeti’nin bu politikayı yakın bir zamanda zorlama niyetinde olduğuna dair bir işaret yok. Aynı şekilde, Çin’in para birimi renminbi’yi uluslararası bir boyuta taşıma girişimleri oldukça sınırlı kaldı. Çin Arjantin, Belarus, Hong Kong, Endonezya, Malezya ve Güney Kore’yle döviz takası anlaşmaları imzaladı; bazı ülkelerin Çin’den yaptıkları ithalatın karşılığını ödemede renminbi kullanmasına izin vermeye başladı; şimdi de Şanghay’daki ve güney eyaleti Guangdong’ın dört kentindeki işletmelere Çin’e yapılan ithalatın karşılığını renminbi’yle ödeme izni veriyor. Ancak Pekin sermaye hesabını çevirilebilir hale getirmeyi –yani, renminbi’nin diğer para birimlerine serbestçe çevrilmesine (ve tersine) izin vermeyi– göze alamıyor. Çin liderleri Çin uyrukluları IMF ve Dünya Bankası’nda üst düzey pozisyonlara yerleştiriyor, yeni bölgesel mali kuruluşlara katılmayı düşünüyor ve bölgesel ticarette renminbi’nin çevirilebilirliğini destekliyor olsalar da, şimdilik dolar dünyasının sınırları içinde kalmaya devam ediyorlar.
Ve gene şimdilik, Çin’in mali dış politikası iki basit stratejiye dayanıyor: Döviz rezervleri biriktirmek ve doğrudan yatırım, yardım, destek ve krediler yoluyla yurtdışına para göndermek. Bu iki strateji hammadde, yeni teknolojiler, yönetim know-how ve dağıtım ağlarını güvence altına alarak içte büyümeyi ve ÇKP’nin meşruiyetini desteklemeyi amaçlıyor.
Bu politika, küresel ticari dengesizlikler karşısında zaten tetikte olanları, Çin’in büyüyen mali nüfuzunu gelecekte nasıl kullanacağı konusunda endişeye sevk ediyor. Pek çok ABD hükümet görevlisi ve Çin uzmanı Pekin’in mali gücünü uluslararası sermaye piyasalarının işleyişini bozmak için kullanmasının zayıf bir ihtimal olduğunu düşünüyor. Fakat güç kullanılmadığında bile önemlidir. Ve Çin’in eşi benzeri görülmemiş mali gücü, bugün Pekin’e küresel ekonominin her cephesinde nüfuz sağlıyor.
Milletler Arasında Zenginlik
Çin’in aşırı büyük döviz rezervleri, ülkenin çok yüksek tasarruf oranının ve bu tasarrufları yatırıma dönüştürme fırsatlarına getirilen ağır sınırlamaların dışavurumlarından biri. Çin halkı hâlâ Çin’den dışarı fazla bir para gönderemiyor: Örneğin, bir kişinin yabancı bir ülkede yılda 350.000 yuan (renminbi)’dan (yaklaşık 50.000 dolar) fazla yatırım yapması yasak. Esas olarak söylentilere ve hükümet politikasındaki değişikliklere göre işlem gören Çin menkul kıymet borsaları son derece inişli-çıkışlı ve spekülatif konut piyasasında ani yükseliş ve düşüşler yaşanıyor. Tasarruflar için en emin yer olan banka mevduatlarına, enflasyon hesaba katıldığında negatif faiz ödeniyor.
Çin ekonomisi daha verimli hale geldikçe ve geçen on yıl içinde, ÇKP’nin içte uyguladığı ekonomik programa güveni arttıkça, Çin hükümeti denizaşırı mali varlığını güçlendirmek ve yaygınlaştırmak için zemin hazırlamaya başladı. Çin Halk Bankası’nın hedefleri hep önce sermayenin korunması, sonra likidite ve kârlılık oldu. Tasarruf et-ihraç et modelinin ilk günlerinde, hükümet yabancı devlet kâğıtları ile biraz da altın satın aldı. Ardından, son on yıl içinde, biriken muazzam miktarda kıymetle, denizaşırı yatırım yapmak için devlet kâğıdı dışında menkul değerler satın almak gibi yeni yaklaşımlar denemeye başladı. Bugün, sırf Çin’in döviz rezervlerinin boyutları bile, bu rezervlerin büyümeye devam edeceği algısıyla birleşerek, Çin’e uluslararası mali piyasalarda kişi başına düşük gelir düzeyine kıyasla çok büyük bir nüfuz sağlıyor.
Böyle muazzam tutarlar Çin’e, ABD Hazine bonosu ve avro cinsi borç piyasalarının işleyişini bozma gücünü veriyor. Böyle bir müdahale Çin’in kendisine zarar vermesi anlamına gelse de ve Çin dünya mali piyasalarında bilinçli ve sorumlu bir tavır göstermiş olsa da, sürece olumsuz bakanlar Çin’in dünya ekonomisinin altını oyma potansiyeli üzerinde duruyor. Bunlar, Çin’in ABD Hazine bonolarını satın almayı kesmesi ya da daha kötüsü, ABD kâğıtlarından çıkması halinde ABD’nin zarar görmesinden endişe ediyor. En azından ABD Hazine istatistiklerine göre, Çin ABD’ye giderek daha kısa vadelerle borç veriyor. (ABD Hazine bonoları aracılar üzerinden satın alındığı ve süreç tam şeffaf olmadığı için, bu rakamlardan kimse emin olamıyor.) Çin’in 2009 yılında elindeki toplam varlıklara eklediği 281milyar dolarlık ABD menkul kıymetinden 130 milyar doları kısa vadeli borçlara gitti. Kalan 151 milyar dolar, Çin’in uzun vadeli ABD borç varlıklarında 2004’ten beri gerçekleşen en küçük yıllık artıştı. Çin’in elinde tuttuğu ABD doları ve diğer para birimleri cinsinden rezervler zamanla azalabilir, ama bu şimdilik (Çin’in ticaret fazlasıyla birlikte) ABD ve Avrupa’daki önemli piyasa aktörleri için çok önemli bir hassas nokta olmaya devam ediyor. Oysa gerçekte, ABD ve Çin birbirlerini rehin tutuyorlar. ABD’nin, kâğıtlarını satabilmek için Çin’e ihtiyacı var ve öngörülebilir bir gelecekte, Çin biriktirdiği döviz değerini saklamak için ABD dolarından başka çok az yer bulacak. Çin Ulusal İstatistik Bürosu’na göre, ülkenin 2008’de 298 milyar dolar olan ticaret fazlası 2009’da 196 milyar dolara indi, ama 2009’da bile dünyada Çin’in rezervlerini emecek kadar avro cinsinden borç, İsviçre frankı, Japon yeni ve altın yoktu. Çin bir gün, özellikle de faiz oranlarının düşük olduğu bir sırada, dolarlarını ABD Hazine bonoları dışında tutmaya karar verebilir. Ama en olağan şartlarda, bu, Çin’in elindeki dolarların değerinde öyle büyük bir düşüşe yol açacaktır ki, rejim asla ilk olarak bu adımı atmayacaktır. Çin hükümetinin Çinli işçilere iş sağlama imkânı ABD pazarlarına girmesine bağlı olduğundan, ABD’den gelecek ticari engeller biçimindeki olası bir misilleme Çin ekonomisine daha da zarar verebilecektir.
Washington’da politikaları belirleyenler, elbette ki Pekin’in kendi kendisine zarar verecek bir şekilde davranma olasılığını göz önünde bulundurmak zorundalar. Ancak Çin Hükümeti’nin mali açıdan sorumlu davranmasına güvenceye alan büyük bir gemleyici iç güç de var. Çin Halk Bankası’nın elinde tuttuğu 2,4 trilyon dolar, gerek Pekin’deki liderler gerekse Çinli yurttaşlar arasında yaygın biçimde halkın parası olarak, inanılmaz ölçüde çok çalışmalarının semeresi olarak görülüyor. Tasarruflar ne zaman yanlış yatırımlara yönlendirilse liderlere halktan çığ gibi eleştiri yağıyor. Bunun karşısında ağır basabilecek tek duygu tutkulu vatanseverlik – Çin hükümetinin asla yabancı baskılara teslim oluyormuş gibi görünmemek için çırpınmasının nedeni de bu. (Batılı hükümetler renminbi’nin değerini yükseltmesi için Pekin’e baskı yapmakta, Google’ın Çin’deki kullanıcılarına sınırsız İnternet erişimi sağlama girişimlerinde olduğu kadar başarılı olamadı.) Bütün bunlar, yurtseverlik duygusu halkın renminbi’nin değerine olan ilgisine ağır basmadıkça – olasılığı düşük bir senaryo– Çin Hükümeti’nin hem uluslararası mali sistemi altüst edip, hem de iktidarda kalamayacağı anlamına geliyor.
Çin’in dış rezervlerini uluslararası para piyasalarında kullanması renminbi’nin değerini yönetmeyi amaçlıyor; bu, herhangi bir ülkenin para politikasının normal bir boyutudur. Büyük ölçüde ABD Merkez Bankası gibi, Çin Halk Bankası’nın işi de içte fiyat istikrarı ve tam istihdam olasılığını maksimize eden bir mali ortam yaratmak. Ayrıca, Çin’in şimdiye kadar rezervlerini sorumlu bir şekilde yönetmesi, Pekin’in küresel ekonomide lider mali yöneticilerle değerli ilişkiler kurmasını sağladı. Çin’in normal açık piyasa faaliyeti, günde milyarlarca dolarlık yatırım aracı alıp satması, Pekin’i trilyonlarca dolarlık döviz piyasasındaki diğer büyük oyuncularla yakın temasa soktu. Ve bu günlük mali akımlar, uluslararası mali piyasaların istikrarını ve likiditeyi artırırken faiz oranlarını düşürdü.
Dışa Açılma
Mali politikalarıyla ekonomik büyümeye zemin hazırlayan Pekin, diğer hükümetlerle yaptığı doğrudan anlaşmalarla içeride büyümeyi teşvik edeceğine inandığı girdileri sağlamaya ve istihdam yaratmaya çalışıyor. Pekin iki taraflı dış politikasında da, doğrudan yatırımlar, karşılıksız hibeler ve ayrıcalıklı krediler olarak anılan, piyasada mevcut olanlardan çok daha cömert koşullu krediler gibi oldukça direkt araçları tercih ediyor.
Sıklıkla “doğrudan yabancı yatırım” (DYY) olarak anılan dolaysız denizaşırı yatırımlar, bir ülkenin kaynaklar üzerinde denetim sağlamasına, teknolojiye erişmesine ve sınırları dışında olup bitenler hakkında bilgilenmesine olanak verir. Çin Hükümeti, Çin şirketlerinin DYY’lerini teşvik etmeye 1999’da başladı, ama bu “dışa açılma” politikası çok yavaş bir start aldı. O tarihte, Çin derme çatma devlet sektörünü yeniden yapılandırmaya odaklanmıştı ve özel sektörü büyük çapta dışarı gidemeyecek kadar zayıftı. DYY’leri teşvik politikası 2005’te, Çin Halk Bankası’ndaki rezervlerin yukarı doğru tırmanmaya başlamasından ve devlete ait işletmelerin yurtdışı yatırımlarda başı çekmek için kendilerini daha iyi bir pozisyonda bulmalarından kısa bir süre sonra hız kazandı. Ardından, patlayan Çin ekonomisini beslemek için enerji ve hammadde ihtiyacı büyüdükçe, kaynak arayışı dünya geneline yayıldı.
Dışarı açılma politikasının ilk on yılında, Asya her zaman Çin şirketlerinin büyük ilgi gösterdiği bir bölge oldu; Afrika ve Latin Amerika da giderek daha fazla ilgi görmeye başladı. Hükümet petrol ve doğal gaz, madencilik ve metal ve mali hizmet sektörlerinde, ama bunların yanı sıra neredeyse diğer tüm sektörlerde yatırımlara büyük destek sağladı. Zamanla, Çin hükümeti know-how elde etmeye daha çok önem verir oldu: Çin Ulusal Açık Deniz Petrol Şirketi’nin (CNOOC) 2005’te ABD enerji devi Unocal’i devralmaya çalışırkenki hedeflerinden biri, enerji arama ve üretim teknolojisi elde etmekti.
Çin DYY’lerinin çoğu devlete ait işletmeler tarafından gerçekleştiriliyor. Bireysel şirketler giderek daha çok inisiyatif almakla birlikte, büyük yatırımların tamamı hâlâ hükümet kuruluşlarınca koordine ediliyor. Bu politikanın ilk günlerinde, şirketler kendi nakit rezervlerini kullanma eğilimindeydi, ama bugün mali yakıt Çin Halk Bankası ve Çin İhracat-İthalat Bankası gibi devlet destekli büyük bankalar tarafından sağlanmakta. ABD şirketleri kâr arayışıyla dünyaya açılırken hükümetten minimum müdahale ya da destek görürken, Çin şirketlerinin neredeyse tüm denizaşırı yatırımları için devletten belli düzeyde onay gerekiyor. Ve artık Pekin’in desteği hazır. Başbakan Wen Jiabao Mart ayında açıklanan hükümetin çalışma raporunda (ABD’de Ulusa Sesleniş konuşmasının muadili), Pekin’in kalifiye şirketlerin denizaşırı birleşmeler ve alımlar yapmasına destek olacağını ve bu şirketlere yurtdışına yatırım yapmaları için daha fazla özerklik tanıyacağını duyurdu. Hükümet para biriminin değerini yönetmede mutlak denetimini korumak için, ağırlıklı olarak banka finansmanına ve basit hisse senedi ihracına dayanan Çin sermaye piyasalarını sıkı bir şekilde denetliyor. Gene de, Çin şirketlerinin yurtdışında yatırım onayı alması giderek kolaylaşıyor. Pekin tarafından özel ön inceleme gerektiren çok büyük ya da siyasi açıdan hassas anlaşmalar hariç, artık çoğu projeye Ticaret Bakanlığı ve Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu’nun yerel büroları bir buçuk ay içinde onay veriyor ve yola devam etmek için gerekli döviz genellikle bundan kısa bir süre sonra sağlanıyor. Hükümet yurtdışı yatırımları teşvik etmeye ve bu teşviki giderek daha çok alana yaymaya her zamankinden daha fazla niyetli görünüyor. Ticaret Bakanlığı son çalışma programında, denizaşırı imalat, yüksek teknolojili sanayi, temiz enerji ve ünlü markalara gösterilen ilgiye ve şimdiye kadar olduğu gibi kaynakları doğrudan Çin’e göndermek yerine dışarıda işleme arzusuna ilk defa ayrıntılı olarak yer verdi.
Bu ilgi göz önüne alındığında, Çin DYY’leri beklenebilecek düzeyin altındadır. 2009 yılı içinde, Çin şirketleri sadece 48 milyar dolar denizaşırı yatırım yaptı (Çin GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 1’i); buna karşılık, ABD şirketlerinin yurtdışı yatırımları 340 milyar dolardı (ABD GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 2,4’ü). 2009 sonu itibariyle Çin’in toplam birikmiş DYY’leri 211 milyar dolarken (Çin GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 4,3’ü), ABD’ninkiler 3.245 trilyon dolar olarak tahmin ediliyordu (ABD GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 23’ü). Şu anki oranlarla, Çin DYY’leri ABD DYY’lerini 2047’ye kadar yakalayamayacaktır. Hem Ticaret Bakanlığı’ndan hem Devlet Döviz İdaresi’nden gelen Çin DYY istatistikleri (yeniden yatırılan örtülü kârlar nedeniyle) Çin uyruklular tarafından yurtdışına yatırılan sermaye miktarını olduğundan düşük gösteriyor olsa bile, Çin’in denizaşırı yatırımları ile ABD’ninkiler arasında kayda değer bir uçurum bulunduğunu ortaya koymakta.
Bu fark kısmen anakara dışındaki Çin yatırımlarının önündeki çeşitli engellerden kaynaklanıyor. Bunlardan biri, yatırım yaptıkları ülkelerde yerli halkın işlerini, hatta evlerini ellerinden almaktan sorumlu görülen devlete ait Çin şirketlerine duyulan öfke. Çin şirketleri özellikle ABD’de, yabancı şirketleri satın almaya yönelik çeşitli yüksek profilli girişimlerinde sert bir direnişle karşılaştılar. Lenovo’nun 2005’te IBM’in kişisel bilgisayar bölümünü 1,7 milyar dolara dostça satın alması bir istisna gibi görünüyor. Aynı yıl, Chevron, Kaliforniya merkezli Unocal’i satın almaya çalışan CNOOC’a karşı Amerikan yabancı düşmanlığını seferber etmek için büyük bir halkla ilişkiler kampanyası başlattı. Chevron CNOOC’u ABD Kongresi’nin bu satışa karşı çıkacağına çabucak ikna etti ve 19 milyar dolarlık teklifini düşürttü. Şubat 2008’de, Avustralya doğal kaynak firması BHP Billiton Avustralya firması Rio Tinto’yu devralma girişiminde bulunduğunda, Çin hükümeti daha yüksek bir teklifte bulunması için Çin Alüminyum Kurumu’na (Chinalco) 40 milyar dolar sağladı. Çin hükümeti anlaşmayı bozmaya çalışıyordu, zira Çin’in altyapısı için zorunlu olan çelik üretiminin temel girdilerinden demir cevherinin iki büyük tedarikçisi BHP Billiton ile Rio Tinto’nun birleşmesinin demir cevheri fiyatlarının fırlamasına neden olabileceğine inanıyordu. Bundan iki yıl sonra, Chinalco Rio Tinto’nun adi hisse senetlerinde yalnızca mütevazı bir azınlık pozisyonu elde edebildi ve BHP Billiton bugün kendi operasyonları ile Rio Tinto’nunkileri bir ortak girişimde birleştirme yolunda. Avustralyalılar’ın en büyük şirketlerini Çin’in nüfuz alanı dışında tutmaya yönelik şoven arzusu yıllar süren bu mücadelede büyük bir güç oldu. Avustralya’da ve başka yerlerde Çin şirketleri küçük doğal kaynak anlaşmalarında belli bir ilerleme kaydetmekte, ancak gelişmiş ekonomilerde yüksek profilli devralma girişimleri direnişle karşılaşmakta.
Çin DYY’lerini sınırlayan bir başka etken de, Çin şirketlerinin denizaşırı yatırım fırsatları konusundaki kuşkuculukları. Pek çok Çin şirketi, ilk başta ümit veren anlaşmaların uğradığı ciddi başarısızlıktan sonra daha sakıngan oldu. Ekim 2004’te, Şanghay Otomotiv Sanayisi Kurumu, Güney Kore teknolojisi kullanan bir Çin arabası üretmeyi ve kurumu Fortune 500’de yer alan bir şirket durumuna getirmeyi hedefleyen büyük planlarla, Güney Koreli araba üreticisi SsangYong Motor’un hisselerinin yüzde 51’ine 500 milyon dolar ödedi. Ancak, yatırım başlangıcından itibaren sendikalarla sorunlarla karşılaştı ve SsangYong Motor geçen yıl, işçileriyle sert ihtilafların ardından iflasını ilan etti. Shenzen merkezli sigorta şirketi Ping An varlık yönetiminde uzmanlık kazanmak umuduyla 2007 sonunda Hollanda şirketi Fortis Group’a yatırım yaptı, ancak bu girişim çok kısa bir sürede 3,3 milyar dolarlık bir zararla sonuçlandı. Aynı yıl, Çinli büyük bir televizyon imalatçısı olan TCL, Fransa’da Thomson Electronics’le bir ortak girişimde benzer talihsizliklerle karşılaşarak, Avrupa’da büyük kayıplara uğradı ve bunun sonucunda Avrupa’daki çoğu operasyonunu küçültmek, kapatmak ya da satmak zorunda kaldı.
Yurtdışına Çin yatırımlarını, iç piyasadaki daha iyi fırsatların çekiciliği de sınırlamakta. Çin ekonomisi diğer ekonomilerle karşılaştırıldığında öyle hızlı büyüdü ki, Çin şirketlerinin başka yere yatırım yapması için olağandışı bir dürtü gerekiyor. Ayrıca, İngilizce uluslararası iş ve finans dili olmaya devam ettiğinden, Çinliler kendilerini ülkelerinde çok daha rahat hissediyorlar. Bundan başka, renminbi’nin diğer büyük paralar karşısında mutlaka güçleneceğine, bunun da Çinliler’e ait olmayan yatırımların getirisini azaltacağına inanıyorlar.
Bağ Kuran Yardımlar
Kısmen bu dinamikler nedeniyle, Çin hükümeti daha baştan, denizaşırı yatırım yapmak için sırf devlete ait işletmelere ve özel sektör girişimcilerine bel bağlayamayacağına karar verdi. 2007’de 200 milyar dolarlık bir başlangıç sermayesiyle bir devlet fonu olan Çin Yatırım Kurumu’nu kurdu. İlk başlarda, Blackstone Group ve Morgan Stanley’le yapılan yatırımlarda yaşanan birkaç sıkıntıdan ve son dünya mali krizi sırasında sözüm ona emniyetli Reserve Primary Fund’da uğranan kayıplardan sonra, kurum artık ayaklarını yere daha sağlam basar gibi görünüyor. 2009’da yüzde 17’lik bir yatırım getirisi elde etti ve bugün 300 milyar doların üzerinde bir fonu yönetiyor; ayrıca daha fazla fon sağlanması da muhtemel. Çin Yatırım Kurumu kendini kanıtlamış Çinli olmayan para yöneticilerine ve doğal kaynaklar ve enerji gibi sektörlerde faaliyet gösteren bireysel şirketlere sermaye tahsis ediyor. Pekin Asya ve Afrika’ya dolaysız yatırım yapmak için milyarlarca dolarlık daha küçük başka fonlar da oluşturdu. Gerek Çin’in döviz rezervlerini yöneten Devlet Döviz İdaresi, gerek Çin’in ulusal emeklilik fonu, yabancı özel sermaye ve hedge fon varlık yöneticilerini seçmeye başladı.
Benzer biçimde, Çin’in dışa açılma politikasının temel boyutlarından biri, spesifik projelere destek amacıyla yabancı hükümetlere hibe, yardım ve ayrıcalıklı krediler vermek ve karşılığında işin sadece belli Çin şirketlerine verilmesi şartını koşmaktır. Çin Maliye Bakanlığı’nın yayımladığı rakamlar Pekin kaynaklı karşılıksız hibe ve yabancı yardımlar (askeri destek hariç) toplamının geçen yıl 2 milyar doların altında kaldığını gösteriyor (ABD için bu rakam 28 milyar dolardır). Çin kaynaklı mutlak yardımlar tıbbi ve teknik destek, eğitim bursları, Çince dil programlarına yatırımlar ya da anahtar teslim tesisler için fonlar biçimini alıyor. ABD Hükümeti’nin tersine, Çin Hükümeti insan hakları ya da demokrasinin geliştirilmesiyle ilgili hiçbir koşul öne sürmeden yardım yapıyor. Çin yardımları daha ziyade, bir limanın, bir demiryolunun, bir boru hattının, bir spor tesisinin inşası gibi belli projelere bağlanıyor.
Çin yaptığı hibelerin ve verdiği kredilerin miktarına ve bunlardan yararlananlara ilişkin bilgileri devlet sırrı olarak görüyor. Ama ayrıcalıklı Çin kredilerinin en büyük kaynağı olan Çin İhracat-İthalat Bankası’nın 2007 yılı rakamlarına (yayımlanan en son veriler) dayanarak, Pekin’in geçen yıl böyle 10 milyar dolar değerinde kredi vermiş olduğu düşünülebilir. Tipik bir dışa açılma projesi, hem devlete ait bir işletme tarafından gerçekleştirilen doğrudan bir yatırımı hem de yabancı bir şirkete ya da hükümete, ödemesiz dönemler ve uzun geri ödeme vadeleriyle piyasanın altında faiz oranlarında verilen ayrıcalıklı bir krediyi içerebiliyor. (Bu kredilerin “ayrıcalıklı” olarak adlandırılması bir bakıma yanıltıcıdır: Bunlar sırf avantajlı koşullar sunmanın ötesinde, sıklıkla başka türlü finanse edilemeyecek projelere sermaye sağlamaktadır.) Pekin’in hibeleri ve yardımları gibi, ayrıcalıklı kredileri de genellikle, alıcıların bunlara temel oluşturan projeleri Çin şirketleriyle yürütmeleri şartını koşuyor. Sözgelimi, devlete ait Çin Liman İnşaat işletmesinin Sri Lanka’daki Hambantota’da inşa etmekte olduğu yeni bir limanın finansmanı için gerekli 1 milyar doların yüzde 85’ini Çin İhracat-İthalat Bankası karşılamakta. Çin hükümeti benzer biçimde, Bangladeş, Myanmar (Burma olarak da bilinir) ve Pakistan’da liman tesislerinin, Nepal’de demiryollarının, Afrika’nın her yerinde karayollarının ve stadyumların, Latin Amerika’nın dört bir köşesinde diğer büyük altyapı projelerinin geliştirilmesine destek oldu. Bugün, Çin dışında Çin hükümeti tarafından finanse edilen projelerde Çin anakarasından 750.000 kadar Çinli çalışıyor olabilir.
Pekin denizaşırı girişimlerde ülke şirketlerine destek sağlamada bazı bakımlardan Washington’a çok benzer biçimde davranmakta. ABD Denizaşırı Özel Yatırım Kurumu’nun da 150’den fazla ülkede iş gören Amerikan şirketlerini güvenceye alan ve finanse eden programları vardır. Ancak, ABD şirketleri kâr peşinde koşarken Çin şirketlerine kıyasla tek bir amaç güderler. Ve ABD şirketleri sıklıkla hükümetlerinin dış politikasından faydalansalar da, Çin şirketlerinin tersine süreçte başı çekmezler. Öte yandan, Çin Hükümeti yurtdışında varlık elde etmek amacıyla hükümetler düzeyindeki yardımları Çin şirketlerine sağlanacak çeşitli teşviklerle öylesine iç içe geçiriyor ki, izlediği mali dış politika düpedüz merkantilist gibi görünebiliyor. Çin Dışişleri Bakanlığı’ndaki profesyonellerin neredeyse yarısının ekonomik konularda çalıştığı söyleniyor.
Hükümetler arası bu anlaşmaların açıklanmaması ve proje sözleşmelerinin açık bir ihale süreci olmaksızın imzalanması yolsuzluk kaygıları yaratmakta. Sözel tanıklıklar Çin’in bağlayıcı yardım yaklaşımının, bazı projelerin çevre üzerindeki olumsuz etkileri ve nispeten küçük kalıcı ekonomik katkıları nedeniyle yardımları alan ülkelerde direnişle karşılaştığını da düşündürüyor. İthal Çinli işgücü istihdam etme şartı, özellikle Çinli işçilerin ücretleri genelde Çin’deki banka hesaplarına yatırıldığından, yerel ekonomilerin elde ettiği faydaların sınırlı kalması anlamına geliyor. Bu gibi kaygılar ve itirazlar karşısında, Pekin bir gün tavır değiştirmeye karar verebilir.
Vadesi Gelen Alacak
Çin yurtdışına giderek daha çok tasarruf yatırdıkça, muhtemelen mali gücünü farklı biçimde tasarlayacak. Çin gelişmiş ekonomilere daha fazla yatırım yapacak olsa bu büyük bir çıkış olur ve küresel dengesizliklerin düzelmesine muazzam bir yardımı dokunurdu. Çin içte daha açık bir ekonomik modeli benimseyene kadar, yurtdışına yatırım yapan Çin şirketleri devletin uzantıları olarak görülmeye devam edeceğinden, Çinli finansörler gelişmiş ekonomilere yatırım yaparken şimdilik hisse senedi satın almak yerine kredi verseler daha iyi ederler. Hisse senedi satın aldıklarında da, bunları halka açılmamış şirketlerden satın almalıdırlar; az ortaklı şirketlerden yaygara koparmaksızın hisse satın almak daha kolaydır. Bu ders yavaş yavaş öğreniliyor gibi görünmekte: CNOOC’un Unocal’i satın alma girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasından beri, ihalelere katılan bazı Çinli firmalar az ortaklı ABD enerji varlıkları için yapılan özel açık artırmalarda boy göstermeye başladılar.
Pekin kreditör rolünü daha sık oynasaydı bu gerçekten işe yarardı. Çin ticari bankaları, yabancı şirketler için kredi analizleri yürütme becerilerinden emin görünmüyor ve Çin toplumuna hizmet sunarken kendilerini daha rahat hissediyorlar. Fakat Çinli olmayan şirketlere doğrudan borç verir duruma gelmekle, azınlık hissedarları olsalar sahip olacaklarından daha fazla nüfuz ve bir o kadar know-how elde edebilirlerdi. Krediler gücü ele geçirme araçları olarak görülmediğinden, işlemler muhtemelen çok az siyasi direnişle karşılaşırdı. Sermaye, borçlananın hissedarları yerine doğrudan şirketine gider, bu da yerel ekonomiyi canlandırmanın yanı sıra istihdam yaratırdı. Çin hükümeti kreditör olarak, hissedar olarak olacağından daha kıdemli ve güvenli bir konum elde ederdi.
Çin ekonomisi olgunlaşıp tüketime ve hizmetlere daha fazla yöneldikçe değişikler olması beklenebilir. Çin Yatırım Kurumu’nun Eylül 2009’da, Endonezya’nın en büyük kömür şirketi Bumi Resources’tan 1,9 milyar dolar değerinde kredi benzeri araç edinme kararı, Pekin’in dışa açılma politikasını düzeltmeye başladığının bir işaretidir. Şu anda, çok fazla Çinlinin yoksulluk sınırına çok yakın yaşaması, liderlerin yurtdışında merkantilist olmayan hedeflere erişmek için ulusal kaynakların kullanımını açıkça desteklemesine izin vermiyor. Ama yolun devamında, Pekin yurtdışı yardımları, hibeleri ve ayrıcalıklı kredileri Çin’in yurtiçi ekonomisinin hizmetinde bu kadar doğrudan bir biçimde kullanmaya daha az istekli olabilir. Rejim başka açılardan, örneğin askeri bakımdan kendini daha güvende hissedebilirse, bu özellikle söz konusu olabilir. Ama bu kesin değildir. Sözgelimi, Çin Hükümeti’nin hükümet müdahalesi olmaksızın sermayenin ülkeye giriş çıkışına izin verip vermeyeceğini kimse bilmiyor. Muhtemelen bireylere ve şirketlere yatırım kararlarında daha fazla özgürlük tanınmasıyla oluşacak böyle bir serbestleşme, Çin’in mali dış politikasında köklü bir değişim olurdu. Bu olacak olsa, şirket kararları siyasi değerlendirmelerden çok, salt ekonomik risk ve ödül değerlendirmeleriyle verilirdi. Çin şirketleri birleşmeler ve satın almalarla büyürdü. Uluslararası genişleme için sağlam platformlarla ulusal şirketler ve ulusal markalar ortaya çıkardı. Bu noktada, büyük ölçüde ABD ve Avrupa’nın yaptığı gibi Çin de çokuluslu şirketler aracılığıyla iç piyasalarının gücünü küresel arenaya yansıtmaya başlardı. Bu ise, Çin’in yaptığı anlaşmalara Çin hükümetinin siyasi hedeflerinin yön verdiğinden kuşkulanan yerli halktan gelen eleştirileri sınırlayarak, yatırım yaptığı gelişmekte olan ülkelerdeki imajını iyileştirirdi.
Cevap bekleyen bir başka soru da, renminbi’nin de dolar ve avro gibi uluslararası bir hesap birimi, bir mübadele ve birikim aracı haline gelmesine Çin’in ne zaman izin vereceğidir. Sermaye hesabı çevirilebilirliği, Çin’in uluslararası mali pozisyonunun etkisini muazzam artırırdı. Şanghay tıpkı New York ve Londra gibi büyük bir finans merkezi haline gelebilir ve Çinli finans kuruluşları uluslararası düzeyde rekabet edebilirdi. Şanghay şimdiden iyi bir telekomünikasyon altyapısına sahip olmakla övünmekte; Şanghay büyük bir finans merkezi durumuna gelecekse, bu altyapı kolaylıkla dünya standartlarına yükseltilebilir. Ayrıca, yurtdışında anavatana geri dönmeye hazır bekleyen, küresel finans piyasalarında eğitilmiş yeterince Çinli insan sermayesi bulunuyor.
Ama Şanghay’a ciddi bir rekabet avantajı ve küresel bir finans merkezi olma şansını, sadece sermaye hesabı çevirilebilirliği ve uluslararası piyasalarda renminbi’yle işlem yapılabilmesi verebilir –ve bunlar nazik meselelerdir. Devlet Döviz İdaresi’nin işlevlerinden biri, “rmb’nin renminbi çevirilebilirliğinin tedricen geliştirilmesi için politika önlemlerini incelemek ve uygulamak.” Ama süreç yavaş ilerledi. Mevcut döviz kısıtlamaları olmadan, Çin sermayesi hem ülke içinde hem dışında en yüksek getirileri sunan yatırımlara kaçar ve Çin mucizesinin motorlarından biri olan ucuz sermaye yok olurdu. Daha yüksek sermaye maliyetleri ve daha sıkı rekabet Çin’de ihracata bağımlı şirketlere zarar verir, bu da içte önemli aksamalara yol açabilirdi. Serbest sermaye hareketleri gayet doğal olarak büyük ekonomik güç toplulaşmaları – ve muhtemelen ÇKP’yi dengeleyecek bir ağırlık– yaratırdı. Bu önemli riskler, çevirilebilirlik kadar esaslı bir değişikliğin gerçekleşmesi için muhtemelen daha kat edilecek uzun bir yol olduğunu düşündürüyor.
Mahallede Yeni Çocuk
AB ile Çin arasındaki ekonomik sorunların pek çoğu kur politikası, istihdam ve bunlarla ilişkili mali dengesizliklerden kaynaklanıyor. Obama yönetimi önümüzdeki beş yılda ihracatı iki katına çıkarma planlarını açıkladı; bu, muhtemelen üçüncü piyasalar için daha fazla rekabet ve Washington ile Pekin arasında yeni çatışmalar yaratacak bir girişim. En kötü ihtimalle, böyle bir gelişme Çin’in ekonomik olarak kalkınmaya devam ettikçe doğal olarak geçireceği liberalizasyon sürecini sekteye uğratabilir. Neyse ki, Washington Çin’i uluslararası mali istikrarda önemli bir rol oynamaya teşvik etmenin ABD’nin fazlaca çıkarına olduğunu anlamış görünüyor. Örneğin, Pekin’i uluslararası finans masasında görmek istediğini açıkça belirtti – öyle de yapması gerekirdi.
Şu ana kadar, Çin’in mali dış politikası diğer ülkelerin yararına oldu ve Çin’e ilk bakışta göze çarpandan daha az fayda sağladı. Çin ABD’nin borcunu satın alıyor. Piyasaların düzenli işlemesine yardım ediyor. DYY’leri dış dünyayı öğrenmesine yardımcı oluyor. Pekin’in gelişmekte olan ülkelere yardım ve desteğine gelince, birincisi, söz konusu miktarlar küçük ve Çin hükümeti epeyce bir öfke uyandırıyor. Çin’in merkantilist yaklaşımı hükümete, tedarik kaynaklarını serbest piyasada uluslararası fiyatlardan satın almasından daha somut bir teminat sağlamayacak ve zamanı geldiğinde, Çin hükümeti bunun farkına varacağından, muhtemelen dış baskı olmaksızın yolunu değiştirecek. O halde, Çin’in ABD Hükümeti’nin hoşlanmadığı rejimlere sağladığı destek bir yana bırakılacak olursa, Washington’ın Pekin’in mali dış politikası konusunda fazla kaygılanması gerekmiyor.
Çin iç talebini teşvik edip uluslararası finansta daha büyük bir oyuncu haline geldikçe, girdiği taahhütler büyük olasılıkla ülkeler arasında sağlıklı ilişkilere katkıda bulunacak. Gelişmiş ülkelerin sermaye ihtiyacı ve Çin’de fazlasıyla sermaye olması, bu ülkelere yatırım yapması için Çin’e doğal bir yol sunacak (sermaye hesabı çevirilebilirliği olmasa bile). Yabancı şirketlerde daha güçlü finansal pozisyona sahip olmak, her şey göz önünde tutulduğunda, tıpkı ABD’nin yabancı yatırım stoku gibi, Çin şirketleri ve dünya için iyi bir şey olacak. Ve Batı kapitalizmi hayatiyet göstermeye devam ederse, Çin muhtemelen daha da piyasa odaklı olma yönünde bir evrim bile gösterebilecek. Neticede, 60 yıllık komünist yönetime rağmen Çinlilerin kâr etme iştahı kesilmeden devam etti.
Biraz sabır gerekiyor. ABD’de politikaları belirleyenler Çin’in finansal bir güç olarak yükselmesinin üzerinden on yıl bile geçmediğini hatırlamalılar. Washington Çin’in içteki zorunluluklarını daha iyi kavrarsa, Pekin’i mali gücünü yurtdışına küresel ekonominin istikrarına katkıda bulunacak şekillerde yansıtmaya teşvik edebilir.
(*) Ken Miller ticari bankacılık firması Ken Miller Capital LLC’nin CEO’su ve Başkanı, 2010 Şanghay Dünya Fuarı’nda ABD Stand Direktörü ve ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Ekonomi Politikaları Danışma Komitesi’nin üyesidir. Çin ekonomisi konusunda açıklamalı bir kaynakça için www.foreignaffairs.com/readinglists/chinas-economy adresindeki “What to Read on China’s Economy” başlıklı yazıya bakınız.
|
Bu içeriğin telif hakkı Foreign Affairs’e aittir. Foreign Affairs, Global İlişkiler Forumuʼna (GIF) bu içeriği tercüme etme ve GIF internet sitesinde yayınlama hakkını vermiştir. Foreign Affairs ve GIF bağlı kurumlar değildir. Foreign Affairs, GIF sitesinde yayınlanan içerikten sorumlu değildir, ifade edilen fikirler ile ilgili bir pozisyon aldığı sonucu çıkarılamaz. Aynı şekilde, GIF Foreign Affairs sitesindeki içerikten sorumlu değildir. |