Ekonomik sıkıntılar yaşanan dönemlerde ABD’de genellikle daha mütevazı dış politika çağrıları yapılır. Ancak küresel ekonomik gerilemeye rağmen, her şeyin birbirine bağlı olduğu bugünün dünyasında, kemer sıkmak hatalı olur. ABD’nin uluslararası camiaya liderlik etme becerisi hala çok kıymetli ve emsalsizdir. Ekonomisi hala dünyanın en büyük, en gelişmiş ve en dinamik ekonomisidir. Ordusu hala dünyadaki diğer orduların hepsinden daha güçlüdür. ABD’nin ittifak ve ortaklıklardan oluşan ağı sayesinde, ülke nadiren tek başına hareket etmek zorunda kalır. Yumuşak gücü ise Amerikan değerlerinin çekiciliğindeki sürekliliği yansıtır. ABD, kendi çıkarlarını güven altına almak için küresel ortamı aktif olarak biçimlendirebilecek bir konumdayken, uluslararası yükümlülüklerini azaltma yoluna gitmemelidir.
ABD’nin benzersiz konumunu ve liderliğini korumak için, ülkenin gücünün temelini oluşturan Amerikan ekonomisini yeniden canlandırmak gerekecektir. Buna ek olarak, ekonomik iyileşme ve büyümenin koşullarını, yani istikrar ve kesintisiz ticareti sağlamak için dünyanın geri kalanıyla akıllıca bir işbirliğine gitmek de gerekecektir. Bunlar, onyıllardır ABD kuvvetlerinin ileriye dönük konuşlanması ve güçlü ittifak ağlarıyla desteklenmiştir. Örneğin ABD askerinin Avrupa ve Asya’da süreklilik arz eden varlığı, buralarda müttefiklerle kurulmuş sağlıklı diplomatik ve ekonomik bağlarla bir araya geldiğinde, hem ABD hem de dünya için, onyıllardır süregelen bir barış ve refah ortamı yaratmıştır. Bu kuvvetlerin büyük bir kısmının yurda dönmesi ise, ABD’nin ulusal güvenliğini ve ekonomik iyileşmesini zedeleyecektir.
Yine de uluslararası stratejik ortamdaki köklü değişimler, ABD’yi stratejik bir kırılma noktasına getirmiş, küresel askeri duruşunu yeniden değerlendirmesini gerekli kılmıştır. Çin ve Hindistan’ın yükselişi Asya’da ve dünya genelinde güç dengelerini değiştirmektedir. Terörizm ve silahlanma gibi milletler üstü tehditler, yeni kolektif sorunları beraberinde getirmektedir. Deniz, hava, uzay ve siberuzay gibi küresel ortak alanlar giderek daha kalabalık ve çekişmeli hale gelmektedir. Irak savaşının bitmesi ve Afganistan’da 2014’te gerçekleştirilmesi planlanan geri çekilme ile ABD Ortadoğu ve Güney Asya’da on yıl süren kara savaşlarının sonuna yaklaşmaktadır.
Bu değişimlere karşılık Obama yönetimi 2009’da ABD’nin küresel askeri duruşunu stratejik anlamda daha mantıklı, operasyonel anlamda daha dayanıklı, siyasi anlamda da daha sürdürülebilir kılabilmek için, kapsamlı bir şekilde gözden geçirmeye başladı. Gözden geçirme süreci halen devam etmektedir, ancak şimdiden, Avrupa’daki ABD kuvvetlerinin Soğuk Savaş anlayışından uzaklaşması ve ABD’nin Asya’daki ortaklıklarının yeniden canlandırılması gibi bir dizi yeni girişimi beraberinde getirmiştir. Bu hamleler, Irak’taki savaşın bitmesi ve Afganistan’daki geçiş sürecinin başlamasıyla, ABD’nin liderliğinin odağına artık yeni tehditleri ve çatışmaları engellemeyi, işbirliği ve ilişki kurmak suretiyle de daha iyi bir geleceği güvence altına almayı koyması gerektiği gerçeğini yansıtmaktadır.
YURTDIŞINDA SÜREKLİ OLARAK KONUŞLANMANIN MANTIĞI
Pentagon’un küresel duruşunu son kez gözden geçirdiği 2004’te, o sırada ABD Dışişleri Bakanı olan Donald Rumsfeld’in temel ilkesi, yurtdışındaki üsleri kapatmak ve yurtdışında konuşlanmış ABD birliklerini geri çekmekti. Buna karşın Obama yönetimi, ülkenin ileriye dönük duruşunu daha verimli ve etkili hale getirmeye vurgu yapmaktadır. Yurtdışında konuşlanmış Amerikan kuvvetlerinin amacı çatışmaları önlemeye, kilit ortakların kapasitesini inşa etmeye, ana ittifakları korumaya ve ABD ordusunun kritik bölgelerde Amerikan çıkarlarını koruyabilecek durumda olmasını sağlamaya yönelik olmalıdır. İleriye dönük konuşlanma olarak adlandırılan bu yaklaşım dünyanın polisliğini yapmak ya da başka ülkelerin ABD’nin güvenlik teminatlarından karşılıksız yararlanmasına izin vermek anlamına gelmemektedir. Ve ortaklık Amerikan egemenliğini bölgesel ve uluslararası kurumlara devretmek demek de değildir. İleriye dönük konuşlanma daha ziyade, ABD’nin en güçlü yanı olan liderlik yeteneğini kullanması ve diğerlerinin de yükü paylaşmaya davet edilmesi demektir.
İleriye dönük konuşlanmanın temel unsuru, ABD birliklerinin özellikle Asya ve Ortadoğu’da önemli çatışmaları engellemeye ve istikrarı desteklemeye katkıda bulunmak için yaşamsal önemi olan bölgelere yerleştirilmesi olacaktır. Avrupa ve Asya’da uzun vadeli olarak konuşlanmış ABD birliklerinin göstermiş olduğu gibi, askeri kuvvetlerin fiziksel varlığı, olası düşmanlara güçlü bir mesaj göndermektedir. Bazıları, ABD silahlı kuvvetlerinin küresel erişimi ve teknolojik üstünlüğü göz önünde bulundurulduğunda, birliklerin yurtiçindeki kışlalarda kalmasının da aynı derecede etkili bir caydırıcılık unsuru olduğuna inanmaktadırlar. Ancak Rumsfeld’in duruş vizyonunun temelini oluşturan bu argüman; zamanla, mesafeyle, lojistikle ve politikayla ilgili gerçekleri görmezden gelmektedir. ABD’nin iki Irak savaşındaki deneyiminin de gösterdiği gibi, ABD’nin dünyanın herhangi bir yerinde karşılaşabileceği en olası ve en tehlikeli senaryoların bazılarının gerektirdiği büyüklükte ve güçte bir askeri kuvveti konuşlandırmak, aylar olmasa da haftalar sürmektedir. Dahası, tam tansiyon yükselmeye başladığı sırada çatışma bölgesine ABD’den birlik göndermek, krizi daha da ağır ve ciddi bir hale getirebilir.
İleriye dönük kuvvetler aynı zamanda müttefiklere, kendi güvenliklerinin ABD tarafından ne kadar ciddiye alındığını gösteren bir güvencedir. Örneğin Kore Yarımadası’nda bulunan yaklaşık 28.000 ABD personeli, ABD’nin Kuzey Kore tehdidi karşısında Güney Kore’yi savunmaya hazır olduğunu Seul’a hatırlatmaktadır. Daha güneyde Avustralya, Filipinler, Singapur ve Tayland’da bulunan ABD deniz ve hava kuvvetleri, Güneydoğu Asya’daki müttefiklere, büyük değişim ve belirsizlik dönemlerinde ABD’nin bölgeyi kendi kaderine terk etmeyeceği konusunda daha fazla güven vermektedir.
Caydırıcılık işe yaramadığında ise, ileriye dönük olarak konuşlanmış askeri kuvvetler ortaklaşa karşılık vermeye hazır durumdadırlar. Libya’daki son NATO operasyonunun da gösterdiği gibi, tehditlere karşılık vermek için ikmal yollarına ve üslere mutlak erişim, diplomatik destek ve ideal şartlar altında sahadaki müttefiklerin yardımı gerekmektedir. Kötü adamları haklamak için hemen bir ekip oluşturmak, eski Western filmlerinde işe yaramış olabilir, ama karmaşık, ileri teknoloji içeren askeri operasyonlarda geçerli olmayacaktır. Bunlar için ortak emir-komuta protokolleri, birlikte işler teknolojiler, doktrinler ve planlama süreçleri çok önceden hazırlanmış olmalıdır. İleriye dönük olarak konuşlanmış kuvvetler, bu hazırlıkların önderliğini diğer bütün kuvvetlerden daha iyi üstlenebilirler. Eksiklikleri saptamak ve düzeltmek için müttefiklerle düzenli eğitim tatbikatları düzenleyebilir, ABD ve müttefik askeri personel arasında güven tesis edebilir, askerlerin alanda birlikte daha etkili bir biçimde çalışmasını sağlayacak ortak uygulamaları geliştirebilirler.
Barış zamanında bile kuvvetlerin yurtdışında hazır bulunmasının bir başka iyi gerekçesi de yükün paylaşımı konusunda bir yatırım görevi görmeleridir. ABD’nin korsanlara karşı Somali Yarımadası açıklarında çok taraflı olarak yürüttüğü operasyonlar ve Basra Körfezi’ndeki seyir özgürlüğü tatbikatları gibi, müttefikleri ve ortaklarıyla gerçekleştirdiği reel misyonlara yönelik eğitim ve uygulamalar, onların da kapasitelerini geliştirmelerini sağlamaktadır. Bu türden bir angajman aynı zamanda, hukukun üstün olduğu, anlaşmazlıkların güç kullanmadan çözülebildiği ve ticaretin engelsiz aktığı bir dünya vizyonunun paylaşımını da desteklemektedir. Barış zamanındaki bu tür faaliyetlere yapılacak göreceli olarak küçük yatırımlar, daha sonrasında Amerikalı erkeklerin ve kadınların yaşamlarını tehlikeye atmak zorunda kalmamak anlamına gelebilir.
İleriye dönük konuşlanma yalnızca ABD ulusal güvenlik çıkarlarının korunması için etkili bir yol değildir; aynı zamanda ABD kuvvetlerini ekonomik sıkıntıların yaşandığı bir dönemde sorumlu ve etkin olarak konumlandırmak anlamına da gelir. Joseph Parent ve Paul MacDonald adlı siyaset bilimciler, bu sayfalarda (“The Wisdom of Retrenchment” –“Kemer Sıkmanın Mantığı”, Kasım/Aralık 2011) ABD’nin yurtdışındaki üslerini kapamanın ve ABD personelinin yurda dönmesini sağlamanın milyarlarca dolar tasarruf etmek anlamına geleceğini ileri sürmüştür. Böyle bir argüman, ABD kuvvetlerinin yurtdışında nasıl tutulduğunu yanlış anlamakta ve onların yerini değiştirmenin maliyetini hafife almaktadır. ABD’nin 1,4 milyon üniformalı erkek ve kadını bulunmaktadır. Bunların hepsi aileleriyle birlikte bir yerlerde ikamet ettirilmek ve eğitilmek zorundadır. Bunu ABD’de yapmak, özellikle de Almanya, Japonya ve Güney Kore gibi bazı ülkelerin, buralardaki ABD tesislerinin maliyetini karşılamaya katkıda bulunduğu göz önünde bulundurulursa, daha ucuza mal olmayacaktır. Dahası, ciddi boyutta sermaye yatırımlarını –örneğin Hohenfels-Almanya’da bulunan dünya çapındaki ABD Ordu eğitim merkezi- terk etmek ve bunların benzerlerini yurtiçinde kurmak, kaynakların korkunç derecede ziyan edilmesi anlamına gelecektir.
ABD, kuvvetlerini ulusal güvenliği en verimli ve sorumlu biçimde sağlamak üzere konuşlandırmalıdır. Önümüzdeki yıllarda ABD ordusu muhtemelen sınırlı bütçe ortamında faaliyet gösterecektir, ancak Washington kuvvetlerinin daha büyük bir bölümünü kilit bölgelere yerleştirerek, daha az harcama ile daha fazla karşılık alabilir. Örneğin, ABD donanma gemilerinin rotasyon döngülerini ele alalım. Deniz yollarının güvenliğini sağlayan ya da saldırıları engelleyen her gemiye karşılık, çeşitli bakım ya da transit aşamalarında bulunan üç gemi daha vardır. Gemileri Avrupa ve Asya’da operasyon alanlarına daha yakın yerlerde limana çekmek, transit süresini her gemi için üç-dört hafta kısaltır ve ABD envanterinde bulundurulması gereken gemi sayısını üçte bir oranında azaltır. Yalnızca bu bile satın alma, operasyon ve bakım masraflarında milyarlarca dolarlık tasarruf demektir. Benzer şekilde ABD kuvvetlerinin stratejik biçimde ileriye dönük konuşlanması, müttefiklerle eğitim çalışmaları için ABD kuvvetlerinin periyodik olarak rotasyona tabi tutulmasıyla birleştiğinde, Amerikan kaynaklarının en iyi biçimde kullanımını sağlar, işbirliği ve yük paylaşımını artırır ve ordunun, yükselen tehditlere ve krizlere yanıt vermeye hazır durumda olmasını sağlar.
Stratejik Yeniden Dengeleme
ABD’nin optimal askeri duruşu, önümüzdeki yıllarda kaynakların sınırlı olacağı ve ABD’nin her yerde bulunamayacağı gerçeğini yansıtmak zorundadır. Bunu akılda tutarak, Obama yönetiminin savunma duruşuna yönelik yeniden düzenlemesi, konuşlandırmaları her bölgenin gereksinimlerine ve ABD’nin önceliklerine dayanarak biçimlendirecektir.
Buradaki en önemli kayma, Asya-Pasifik bölgesine doğru olacaktır. Başkan Barack Obama, ABD’nin bir “Pasifik devleti” olduğunu ve “bu bölgenin biçimlendirilmesinde ve geleceğinde daha geniş çaplı ve uzun vadeli bir rol oynayacağını” şimdiden açıklamıştır. Onun bu vurgusu, Savunma Bakanlığı’nın Ocak 2012 tarihli “stratejik kılavuz” belgesinde de yansıtılmakta olup, belgede “ABD’nin ekonomik ve güvenlik çıkarları, Batı Pasifik ve Doğu Asya’dan başlayıp Hint Okyanusu bölgesi ve Güney Asya’ya uzanan yaydaki gelişmelere sıkı sıkıya bağlıdır” ifadesine yer verilmektedir.
Dolayısıyla, ABD’nin Afganistan’daki sorumlulukları giderek azalırken, ülkenin dikkati ve kaynakları, hem diplomatik hem de askeri anlamda, Asya-Pasifik bölgesinde daha çok yoğunlaşacaktır. Japonya ve Güney Kore’deki Amerikan varlığı bu stratejinin temel taşı olmayı sürdürecektir, bunun yanı sıra ABD diğer Asya ülkeleriyle, özellikle Güneydoğu Asya’da ve çevresindeki ülkelerle ilişkilerini geliştirecektir. Geçtiğimiz Kasım ayında Obama ve Avustralya Başbakanı Julia Gillard, ABD-Avustralya askeri işbirliğini geliştirme planlarını açıklamışlardır, bunların arasında ortak eğitim ve tatbikatlar için 2500 ABD deniz askerinin Avustralya’ya gönderilmesi, ABD uçaklarının kuzey Avustralya’daki hava sahalarını daha sık ziyaret etmesi ve ABD gemilerinin Avustralya limanlarına daha sık girmesi bulunmaktadır.
ABD aynı zamanda, iki yeni Kıyıya Yakın Savaşan Gemi’sini (LCS) Singapur’da konuşlandırmayı planlamakta ve Filipinler, Tayland ve Vietnam’la daha yakın askeri işbirliği olanaklarını araştırmaktadır. Ayrıntılar halen müzakere edilmekteyse de, bu işbirliği büyük olasılıkla daha fazla ortak tatbikat, birlik rotasyonu ve gemi ziyareti içerecektir. Tüm bölgede gerçekleştirilecek yeni ikili ve çok taraflı eğitim programları, özellikle de insani yardım, afet hazırlığı, birlikte işlerlik ve kapasite geliştirilmesine yönelik olanlar; bölgenin milletler üstü tehditlere karşılık vermesine, çatışmaları önlemesine ve krizler ile baş etmesine destek verecektir.
Dünyanın petrol ürünlerinin %70’inin ve ticari deniz taşımacılığının %25’inin geçtiği Hint Okyanusu bölgesinde, ABD de kendi ortaklıklarını derinleştirmektedir. Hindistan ordusu bugün ABD ordusuyla, başka ülkelerle düzenlediğinden daha fazla ortak tatbikat düzenlemektedir. ABD aynı zamanda Hindistan’la güvenlik işbirliğini de artırmış, Yeni Delhi’ye C-130, P-81 ve C-27 uçakları gibi gelişmiş askeri sistemler satmıştır.
Son olarak Obama, ABD’nin 2014’te Afganistan’daki birliklerini geri çekmesinden sonra, burada kalıcı üsler tutmaya niyeti olmadığını açıkça belirtmiştir. Ancak Mayıs ayında Washington ve Kabul arasında imzalanan stratejik ortaklık anlaşması, bu iki ülke arasında uzun vadeli bir güvenlik ilişkisinin temellerini atmıştır. Bu anlaşmanın gereklerine uymak yüksek ihtimalle daha küçük sayıda ABD kuvvetlerinin Afganistan’a rotasyonla gönderilmesini içerecektir. Bu birlikler terörizme karşı ortak çabaları destekleyecek ve Afgan Ulusal Güvenlik Güçleri’nin kapasitesini geliştirmeye yardım edeceklerdir. Bu sırada ABD, Baltık devletlerini ve Orta Asya’yı kapsayan ve NATO tarafından Afganistan’daki birliklerine ikmali sağlamak için kurulmuş olan Kuzey Dağıtım Ağı’na, artık daha az bağımlı hale gelecektir. Yine de ABD, bu ağa bağlı ülkeler arasından olabildiğince fazlasıyla işbirliğine dayalı ilişkiler sürdürmelidir, çünkü Avrupa’yla Asya arasında bir kavşak konumunda olan bir bölgede, bu ilişkiler önemli stratejik esneklik sağlamaktadır.
Yeni Ortadoğu
Son on yılda ABD’nin Güney Asya ve Ortadoğu’daki askeri duruşu, Afganistan ve Irak’taki büyük ve uzayıp giden savaşlarla biçimlenmiştir. Gelecekte ABD’nin bölgedeki varlığı daha hafif, ama kolaylıkla hızlı bir şekilde artırılabilir olmalıdır. ABD’nin varlığı, ortaklarına verdiği güvenlik sözlerini desteklemeli, serbest ticaret akışını sağlamalı, şiddet içeren aşırılıklara karşı durmalı, İran’a karşı caydırıcı olmalı ve kitle imha silahlarının çoğalmasını engellemelidir.
ABD’nin İsrail’in güvenliğine olan bağlılığı sarsılmazdır. İsrail’in nitelik açısından askeri bir üstünlüğü olmasına yardım etmenin yanı sıra, ABD ordusu İsrail kuvvetleriyle yakın bir işbirliği içinde çalışarak, İsrail’in savunma gücünün yükselen tehditlere ayak uydurmasını sağlamalıdır. Son yıllarda bu, füze savunma sistemlerinin birlikte geliştirilmesi anlamına gelmiştir. Gelecekte ise ABD’nin, Joint Strike Fighter gibi en gelişkin sistemlerini İsrail ordusuyla paylaşması anlamına gelecektir.
ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik duruşu, İran gibi istikrara yönelik tehditleri caydırabilecek kadar inandırıcı olmalı, ama ev sahibi ülkelerin, yabancı kuvvetlerin varlığı konusundaki hoşgörü sınırlarını aşmamalıdır. ABD bu nedenle birliklerini dönüşümlü olarak konuşlandırmayı sürdürecektir. ABD hava ve deniz kuvvetleri, daimi konuşlandırmalar yerine, kısa süreler için Bahreyn, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde, hatta potansiyel olarak Irak’ta dönüşümlü olarak bulunacaktır. Bu konuşlandırmalar ABD’nin Arap ortaklarına bağlılığının sürekliliğini gösterecek ve onların ortak tehditlerle baş etmesine destek olacaktır.
ABD başka ortak güçlüklere karşı bölgesel işbirliğini geliştirme konusunda da merkezi bir rol oynayabilir ve oynamalıdır. Örneğin, bölgede balistik füzelerin artışı göz önünde bulundurulduğunda, ABD, füze savunma sistemlerinin geliştirilmesi ve konuşlandırılması konusunda ortaklarla ya da ortak gruplarıyla çalışmaya özel bir önem vermelidir. İdeal olarak ABD, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle olan mevcut güçlü ikili füze savunma işbirliğini geliştirerek bölgesel anlamda daha etkin bir füze savunma mimarisi yaratabilir.
ABD aynı zamanda Basra Körfezi ve çevresinde korsanlığa karşı durmak, terörizmle savaşmak ve deniz seyri özgürlüğünü korumak için bölgesel çabaları koordine etmeyi sürdürmelidir. Örneğin Bahreyn’deki ABD donanması şu anda, ticari gemilerin Basra Körfezi, Hürmüz Boğazı, Kızıldeniz, Eden Körfezi, Arap Denizi ve Hint Okyanusu’ndan güvenli bir şekilde geçebilmesini sağlamaya odaklanmış, 25 üyeli birleşik deniz kuvvetinin fiziksel altyapısını ve liderliğini sağlamaktadır. Bu tür faaliyetler ticaret ve petrolün serbest akışını sağlamaya yardımcı olmakta ve bölgesel ortakların becerilerini geliştirmek suretiyle yükün paylaşılmasını da teşvik etmektedir.
Geleceğe bakıldığında ABD, bölgede esen siyasi rüzgarların buradaki güvenlik ilişkilerini nasıl değiştirebileceğini düşünmelidir. Bölgede yükselmekte olan demokrasilerle kurulacak ordular arası ilişkiler, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü savunmakta kararlı, sivil yönetime bağlı güvenlik güçlerinin geliştirilmesine destek olmalıdır. ABD’nin, özellikle Mısır gibi, demokratik dönüşüm içindeki ülkelerin ordularıyla kuracağı güçlü güvenlik işbirliği, hem ikili ilişkilerde bir derece istikrar sağlayabilir, hem de köklü değişim döneminde bu ülkeler üzerinde nüfuz kurmasına yardımcı olabilir. Yine de ABD, yeni hükümetler ortaya çıktıkça bu ülkelerle olan askeri ilişkisini uyarlamaya ve yeniden şekillendirmeye hazır olmalıdır, bunu da bu hükümetlerin yapısı ve eylemlerini, onların çıkarlarıyla ABD’nin bölgedeki çıkar ve stratejilerinin ne kadar örtüştüğünü ve onların ABD’yle ortaklığa ne kadar sıcak baktıklarını göz önünde bulundurarak yapmalıdır.
İLERİYE BAKAN İLERİYE DÖNÜK DURUŞ
ABD küresel askeri duruşunu yeniden şekillendirirken, NATO’daki müttefikleriyle yakın işbirliği içinde olmayı sürdürmelidir. Avrupa’nın büyük bölümünün savunma bütçelerini kıstığı bir dönemde ABD, ortaklarının ortak savunma yükünden kendi paylarına düşen kısmını karşılamayı sürdürdüklerinden emin olmak için ilişkilerini çok sıcak tutmalıdır. Afganistan’da on yıl süren askeri operasyonlar, NATO’nun savaşma becerilerini ve siyasi düzeyde işbirliği yapma yeteneğini güçlendirmiş, ve bu, Libya’da tam zamanında ve tek ses olarak verdiği tepki için son derece önemli olmuştur. Ancak ABD’nin NATO daimi temsilcisi Ivo Daalder’in ve NATO’nun Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı James Stavridis’in bu sayfalarda yakın zamanda gözlemlediği gibi (“NATO’s Victory in Libya” – “NATO’nun Libya’daki Zaferi”, Mart/Nisan 2012), Libya misyonu aynı zamanda yüksek teknolojilerin birlikte işlerliğinin artırılması ihtiyacını da ortaya koymuştur. İttifakın sağlıklı olarak devam edebilmesi için ABD, NATO’nun koordineli olarak hedef alma ve planlama özelliğini geliştirme konusunda çaba harcamak zorunda kalacaktır. İttifak üyelerinin, güncellenmiş imkanlara yatırım yapması ve sürekli kılınmış entegre eğitime taahhüt etmesi gerekecektir.
Avrupa’nın güvenliği ve istikrarı, ABD kara kuvvetlerinin burada bu sayılarla mevcut olmasını artık gerektirmemektedir. Obama yönetiminin yeni savunma duruşu, bu dengesizliği ele alacaktır. Her biri yaklaşık 3500 askerden oluşan iki ağır tugay bu bölgeden çekilecek, geride müttefiklerin kara kuvvetlerini eğitmek üzere bir Stryker ve bir hava tugayı kalacaktır, bunların ikisi de daha hafiftir ve hareket kabiliyetleri daha fazladır. Bu azaltma karşılığında, hızlı konuşlandırmaya hazır, çokuluslu, kara-hava-deniz ve özel operasyonlar kuvveti NATO Mukabele Kuvveti’ne daha fazla ABD katkısı söz konusu olacaktır.
ABD aynı zamanda ABD’den Avrupa’ya düzenli eğitim rotasyonlarına gidecek, ABD üslü ek bir tabur oluşturacaktır. Bu arada, ABD yüksek teknoloji içeren imkanlarının sağladığı karşılaştırmalı üstünlüğünü kullanacak, örneğin başkanın kademeli ve uyarlamalı yaklaşımını Avrupa balistik füze savunmasına uygulayacak, emir-komuta altyapısı, eğitim teknolojisi, hava köprüsü ve havada yakıt ikmali imkanları sağlayacaktır.
Son olarak, az sayıda ABD kuvvetinin bulunduğu diğer bölgelerde ABD’nin gündelik askeri duruşu, şiddet içeren aşırılıklara karşı durmak ve yasadışı kaçakçılığı durdurmak gibi yüksek öncelikli misyonlara uyacak şekilde biçimlendirilecektir. Savunma Bakanlığı’nın yeni stratejik kılavuzunun açıkça ortaya koyduğu gibi, bu bölgelerde “güvenlik hedeflerimizi gerçekleştirmek için mümkün olduğunca yenilikçi, düşük maliyetli ve az iz bırakan yaklaşımlar geliştireceğiz, tatbikatlara, rotasyona ve danışmanlık imkanlarımıza ağırlık vereceğiz.”
Örneğin ordu, Afrika’da, küçük Özel Kuvvet takımlarının oradaki ortaklarla teröre karşı savaşmak için görevlendirilmesini bekleyebilir. Orta ve Güney Amerika’da ABD kuvvetleri, uyuşturucu ticaretinin önüne geçmek için Meksika, Kolombiya ve Orta Amerika’daki muadilleriyle eğitimlerini sürdüreceklerdir. Başka bölgelerde ABD askeri personelinden oluşmuş küçük ekipler, hukuk üstünlüğü için çaba gösteren yerel kurumları desteklemeyi sürdürmelidir. Onlarca ülkede ABD, Amerikan Ordusu Ulusal Muhafız Birliklerinin yabancı bir ülkenin ordusuyla doğrudan uzun vadeli bir ilişki kurmasını ve birlikte gerçekleştirilecek faaliyetlerle ordunun kapasitesinin artırılmasına katkıda bulunduğu Eyalet Ortaklık Programı’nı (SPP) sürdürecektir. ABD’nin küresel duruşu, yurtta hazır bekleyen yüksek becerili kuvvetlerce desteklenecektir; bu kuvvetler Kuzey Kutbu’ndan Somali Yarımadası’na kadar her yerde rutin yurtdışı konuşlandırmaları için kullanılabilecektir..
Obama’nın stratejik düzenlemesi, istikrarın sağlanması ve dünyanın her yerinde ABD’nin ulusal çıkarlarının güvence altına alınmasında ABD ordusunun oynadığı rolü doğru bir biçimde saptamaktadır. Kilit bölgelerde ABD askeri varlığı sayesinde küresel istikrar sağlanmış ve pek çok ortak ülkenin silahlı kuvvetleri güçlendirilmiştir. ABD çıkarlarını bugün ve gelecekte korumak için uzun vadeli ve stratejik ileriye dönük ilişkiler gerekecektir. Bu kırılma noktasında başkan, kemer sıkma çağrılarına kulak tıkamalı ve ABD’nin dünyadaki benzersiz lider rolünü savunmayı sürdürmelidir.
 |
Bu içeriğin telif hakkı Foreign Affairs’e aittir. Foreign Affairs, Global İlişkiler Forumuʼna (GIF) bu içeriği tercüme etme ve GIF internet sitesinde yayınlama hakkını vermiştir. Foreign Affairs ve GIF bağlı kurumlar değildir. Foreign Affairs, GIF sitesinde yayınlanan içerikten sorumlu değildir, ifade edilen fikirler ile ilgili bir pozisyon aldığı sonucu çıkarılamaz. Aynı şekilde, GIF Foreign Affairs sitesindeki içerikten sorumlu değildir. |